Merhaba,
Oslo’ya ilk taşındığımızda sonbaharın göbeğine düşmüştük, kelimenin tam anlamıyla bü-yü-len-miş-tim. Yüzlerce sonbahar tonunu aynı anda, tek bir bakışta ve büyük bir şehrin göbeğinde ilk kez görüyordum. Gerçi sonbaharı hep sevmişimdir, şehrinde pek ağaç bırakılmayan bir çocuk ve genç olarak eskiden de sonbaharın o okula dönüş heyecanını tatilin bitimini severdim, o zamanlar da ineklik varmış demek ki. Neticede sonbahar benim içimde sıcacık bir heyecan uyandıran bir dönem olagelmiṣtir.
Bu sonbaharın ilk yarısı (Eylül ortalarından Ekim sonlarına kadar diyelim) okuduklarımı, dinlediklerimi ve bunların bana bıraktıklarını kısaca yazacaǧım ṣimdi. Gerçi Storytel, Goodreads vs. kayıt tutuyor ama yeterli değil burada da bulunsun, daha özel. Not: Spoiler içerdiğini hiç düşünmüyorum.
Derz-Hakan Günday
Hakan Günday’ın en son kitabı, şimdilik. İstanbul’da bir kitapçıda etrafı çok karıştıracak vaktim olmadığı ama elim boş oradan çıkmak istemediğim bir gün satın almıştım bu kitabı. O kitap fiyatları nedir öyle? Her sefer şaşırmaktan ağzımı kapatamıyorum, yazıklar olsun size gerçekten!
Derz, Hakan Günday’ın çeşitli mecralarda yayınlanan öyküleri ile Anakara Seyir Defteri adlı fanzininden sayfaları toplayıp oluşturduğu bir kitapmış. Bence güzel öyküler var içinde, ama maalesef ben çok iyi bir öykü kitabı okuyucusu değilim. Öykü kitaplarını uzuun süre bitiremiyorum, çünkü sanırım öyküler başlayıp bittiği için beni sürüklemiyor. Kitaptaki öykülerin yaklaşık %30undan epey etkilendim, ama yine de ”Az” ya da ” Daha” kadar vurmadı beni.
Paranın Cinleri- Murathan Mungan –
Ben lisedeyken iyi bir Mungan okuyucusuydum, sonra bir şeyler oldu (aramıza hangi kara kediler girdi hiç hatırlamıyorum) ve kitaplarıyla/şiirleriyle ilgilenmeyi bırakıverdim. Taa ki 2024 yılının sapsarı bir Ekim ayında yeniden karşıma çıkana kadar.
Paranın Cinleri, otobiyografik bir roman, sular seller gibi akıyor, hele Storytel’de Murathan Mungan bizzat kendi seslendirmiş kendi hikayesini. En çok etkilendiğim detay, kendi hikayesinden eserlerine ilham kaynağı olan ve cuk oturan hadiseler, karakterler, mekanlardan bahsetmesi oldu. Kitabın en sonundaki ”Gizli Ben” kısmını da soluksuz dinledim. E şükür yeniden kavuşturana diyelim.
Ağaçların Gizli Yaşamı -Peter Wohlleben
Bu kitabı uçakta dinledim, bir uçak yolculuğunda bir insan ne kadar şey öğrenebilirse o kadar çok şey öğrendim:)
Peter Wohlleben, ekolojik temalar üzerine yazan bir ormancıymış, kendisiyle tanışmaktan gerçekten memnunum.
Ağaçları çok fazla severim, farklı şehirlerde farklı favori ağaçlarım var, hatta bizim bahçede kendi ağacım var, ismi Eda. Gerçekten dünyaya geldiğim günlerde babaannemin diktiği bir fıstık çamından bahsediyorum birlikte boy boy fotoğraflarımız var, çok kısa sürede boyu beni geçti tabi ki, canım ağacım. Ağaçları kesip kesip yerine beton dökenlerin elleri kırılsın diyorum.
Gerçekten beni çok besleyen bir kitap oldu: Söğüt ağacının yapraklarında salisilik asit olduğunu ve kabuğunda bulunan “salicin” adlı maddenin antienflamatuar, ağrı kesici ve ateş düşürücü özelliklerinden ötürü yüzyıllardır çeşitli kültürlerde doğal bir ilaç olarak kullanıldığını ve söğüt ağacı yaprağı çayının baş ağrısına çok iyi geldiğini, kaynakları herkesin ihtiyacını alıp gerisine dokunmayarak eşit şekilde bölüşebildikleri için (bazı diğer sosyal yaratıkların aksine, mesele insanların) toplu yaşamanın ağaçlar için çok daha iyi olduğunu, een sevdiğim çiçeklerden biri olan hanımelinin her daim saat yönünde dönerek güneşi gördüğü yöne yükseldiğini, ağaçların beyinleri olmamasına rağmen öğrenme yetisine sahip olduklarını, mimozaların en duyarlı bitkiler olduğunu, kırışık cilt ve yosun oluşumunun ağacın yaşını gösterdiğini… ve daha birçok değerli bilgi edindim.
Kitabı Tilbe Saran’ın sesinden dinlemek her şeyi mükemmel kıldı, gerçekten puanım 100.
“Ağaçların acıyı hissedebildiğini, hafızaları olduğunu ve ebeveyn ağaçların çocuklarıyla birlikte yaşadığını öğrendiğinizde, artık onları sanki sıradan bir işmiş gibi devasa makinelerle kesip hayatlarını altüst edemiyorsunuz.”
-Peter Wohlleben-
Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu – Eric Emmanuel Schmitt
Ben bu kitabı sevdim diyebilirim sanırım, yaratıcı, farklı bir konusu var ve sular seller gibi akıyor. Özetle, iş için Fransa’dan Çin’e gelen bir adamın, otelindeki tuvalet bekçisi olan Bayan Ming ile sohbetlerine dayanan kısa, içten bir kitap ve kafa dağıtmak için iyi bir alternatif. Bayan Ming 10 tane çocuğunun farklı kişiliklerini, yaşamlarını, hikayelerini anlatıp durur ama tek çocuk yasası sebebiyle bu hikayelerin uydurma mı gerçek mi olduğunu bilemiyoruz ve kitap boyunca da merak ediyoruz. Kitap zaten çok kısa, kapağını da sevdim. Bulunduğunuz ortamdan, konudan, kişilerden kısa bir süreliğine uzaklaşmak için güzel bir kitap. Ben şahsen araya sıkıştırılan Konfüçyüs’ları biraz ‘olmamış’, ne bileyim bi havada bir yüzeysel kalmış gibi hissettim. Yine de Éric-Emmanuel Schmitt ile tanışma kitabım olduğu için teşekkürler, saygılar.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz –Barış Bıçakçı
Benim Barış Bıçakçı okuyan çok arkadaşım var, instagramlarda bile görüyorum hep okuduğunuzu. Ama bizim tanışmamız neden bu kadar uzun sürdü gerçekten ben anlamadım. Diğer kitaplarına baktım, hepsinin isimleri tanıdık ve ne güzel isimler 😀
Filmini izlemeye korksam da izlemek isterim, bulabilirsem. Sıcak bir kitap, zaten çok kısa. En sevdiǧim kafelerden birinin en sevdiğim cam kenarı masasında sarı yaprakları tek tük kalmış bir koca aǧacın altında bitirdim bu kitabı ve bende sımcacık bir duygu bıraktı. Konusu hakkında pek fazla yazmak istemiyorum, ama bence iki yakın dostun aynı kadına aşık olmalarının hikayesinden ziyade birbirlerine karşı hissettikleri kocaman sevginin ve saygının hikayesi, ve bu yüzden sevdim.
“Küçük bir çocukken birdenbire, ilaçlarını plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. Kendin için, çocukların için, ülken için güzel ṣeyler ümit ederken, seni biçimlendiren ṣeyin güzel bir gelecek hayali olduǧunu düṣünürken, birdenbire kaderinin güne ayak uyduramamak, gençliǧini, geçmiṣini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun.”