Paris çizgisinde turistik bir şehir olmadığı için Lyon bende son derece huzurlu ve minnoş bir tat bıraktı. Yeni gittiğim bir şehirde kendim turist değilmişimcesine, turistleri sevmiyor ve onları şehirde istemiyorum, böyle de bir huyum var.
Bence Lyon koskoca bir ülkenin 3. en büyük şehri olmak için fazla sevimli, huzurlu, sakin ve güvenliydi. Şehirde kılçıksız bir 24 saat geçirdik. Gecesini, sabahının körünü, öğlenini, taksisini, ara sokağını, tren garını vs. gördük, ve evet bence şehir epey güvenli, buram buram tarihi ve beklentilerimin oldukça üzerinde güzeldi.
Roma dönemine ait surlar, tüneller, efendime söyleyeyim, antik tiyatrolar, tüneller, romantik kafeler, sokaklar, nehre inen yokuşlar, dar sokaklardaki rengarenk evler ve daha bir sürü güzel şeyi çok fazla insana maruz kalmadan bu şehirde deneyimleyebilirsiniz, gelin efendiler gelin! Tüm bu güzel şeyler yetmezmiş gibi millet bir tane bile nehir bulamazken Lyon, Rhône ve Saône nehirlerinin birleştiği noktada yer alıyor, önemli bir ticaret ve endüstri merkezi haline geliyor ve buna rağmen minnoş kalabiliyor. 16. yüzyıldan itibaren Lyon’da ipek üretiliyor, Avrupa’nın dört bir yanına ihraç ediliyormuş ve hala bazı atölyelerde geleneksel yöntem kullanılmaya devam ediliyormuş. Bir de şehirde zamanında özellikle ipek işçileri tarafından kullanılan bir çok gizli geçit varmış, binalar arasında bağlantı kuran dar ve uzun geçitlere “traboule” deniyormuş. Bu bilgiyle ne yaparsanız yapın şimdi bakalım:))
Kalbim biraz burkularak söylüyorum ki Fransızca konuşamadığımız için ve şehrin birçok yerinde hattımız çekmeyerek bağlantı sorunu yaşadığımız için dönem dönem ne söylediğimizden emin olmayarak yemek siparişi vermek zorunda kaldık ve sürpriz yemekler yedik. İngilizce menü yoktu, trende İngilizce anons yoktu… E biz de biraz Fransızca anlasaymışız canım! Yine de, yüz yıllardır süregelen Fransa’da İngilizce konuşmuyorlar, asla bilseler de konuşmuyorlar bla bla mitine katılamayacağım zira Pariste, Nice
de durum asla böyle değildi, yıl olmuş 2024 yani Patisu bile İngilizce sipariş alıp basit günlük konuşmalar içinde bulunabiliyor ki bilen bilir inanılmaz milliyetçi bir kedidir, tam bir Kadıköy milliyetçisidir!
Vieux Lyon şehrin en eski, en tarihi ve en renkli bölgesi, bence buralara yakın konaklamakta fayda var. Taa 1998 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış ve Rönesans dönemine ait renkli, taş merdivenli ve güzel avlulu evlerin bulunduğu sokaklardan bol bol var. St. Jean Katedrali bu bölgede yer alıyor, bence içi de dışı da epey güzel bir yapı. Notre-Dame de Fourviere Bazilikası şehrin en ikonik binası, Fourviere Tepesinin zirvesinde yer alıyor ve şehrin bir çok yerinden görülüyor, kendisi de şehrin birçok yerini kuşbakışı görüyor. Biz bu tepeye tabi ki de yürüyerek çıktık, merdivenlerden tırmandık, ama füniküler hattı da var. Bazilika 1872-84 arasında yapılmış, ve amaç 1870 Fransız-Alman Savaşı sırasında şehir pek zarar görmediği için Lyon halkının Meryem Anaya şükranlarını sunmasıymış. Bir de Lyon’da ışık festivali düzenleniyormuş senede bir, bu epey popüler bir olaymış, bu sırada bazilika da şehirdeki diğer önemli noktalar da aydınlatılıyormuş, şahsen bu tarz ışık festivallerine pek merağım bulunmamaktadır. Place des Terraux, şehrin önemli ve hareketli meydanlarından, Devrim sırasında, halkın toplanma ve gösteri yapma alanıymış. Bir diğer önemli nokta, Fresque de Lyonnais! Burada yaklaşık 800 metrekarelik bir alana yayılan devasa bir duvar resmi var ve evet bence çok güzel ve etkileyici. Freskte, Lyon’da yaşamış veya şehirle bır şekilde alakası olan figürler yer alıyor, hepsi de tek tek yazıyor. Detaylar çok gerçekçi ve etkileyiciydi, figürler aynı apartmanın balkonlarından/pencerelerinden aşağı bakıyor ya da dışarı çıkıyor gibi resmedilmis, yalan olmasın ama sanırım alt- üst katlar arasında bir kronolojik sıra söz konusu.
Gelelim yemek konusuna tek bir günümüz olduğu için genellikle ve olabildiğince lokal takılmaya çalıştık. İlk gittiğimiz yer Les Culottes Longues kesinlikle doğru ve yerinde bir seçimdi, 8 buçuktan 9 puan bile veririm, gerçekten taze ve kaliteli ürünlerle hazırlanan, çok doyurucu son derece lokal ve otantik bir minik Fransız lokantası, İngilizce menü ve İngilizce konuşan personel yok ama o kadarcık da olur yani! 🙂 Lyon’da her köşe başında Bouchon görebilirsiniz, yani böyle geleneksel aile işletmesi tarzı, esnaf lokantası gibi, yerel şarapları ve büyük porsiyonların olduğu Lyon mutfağına özgü günlük farklı farklı menüler… gibi açıklayabiliriz sanırım. Eskiden ipek işçilerinin, tüccarların sıklıkla yemek yediği, dinlendiği yerlermis ve günümüzde de Lyon’a özgü geleneksel restoranlar olarak tanımlayacağım artık.
Brasserie Sathonay yemek yediğimiz ikinci mekan oluverdi, bence kötü olmamakla birlikte ilk deneyim kadar otantik değildi hatta ve hatta İngilizce menü bile vardı. Farklı lezzetlere olabildiğince açık ve denemeye meyilli biri olarak tanımlarım kendimi de Emre’yi de, ama Fransız mutfağı pek favorim değil, bence çok fazla etçil değilseniz sizin de favoriniz olmayacaktır, ya da olabilir bilmiyorum böyle genellemeler sevmem. Lyon şehrinin adını bir arama motoruna yazınca karşınıza çıkan 3 kelimeden biri muhakkak gastronomi oluyor (denemek bedava), Lyon Avrupa’nın gastronomi merkezlerinden biri sayılıyor, bu yüzden bence oralara kadar gitmişken lokal takılmak en mantıklı olandı.Fransız mutfağı, bouchon, lyon, gastronomi vs. demişken ömrümde şu ana dek 3 Fransa şehrinde bulunduğumu ve hayatımdaki en iyi Fransız mutfağını Oslo’daki Chez Colin de ve yine Oslo’daki Fransa Büyükelçiliği konutunda deneyimlemiş olduğumu da söylemeden geçemeyeceğim ve bu yazıyı Oslo överek sonlandırmamak adına burada bitireceğim. Okuduysanız teşekkür ederim, gözlerinize sağlık.