Kitaba bakıp, arka kapağını okur okumaz anlaşılacağı üzere, Paulo Coelho tanıklık ettiği hippilik dönemini yazmış ve renkli renkli de kapaklar yaptırmış dikkat çeksin diye, benim de dikkatimi çekti aldım okudum:) Berrak sular gibi akarak okunan, sakin ve rahat bir kitap olmuş. Parkta, bahçede, plajda, otobüste, yolda yürürken lıkır lıkır okuyabilirsiniz.
1970’li yıllar dünyayı sarsan çiçekli böcekli, danslı, renkli özgürlük hareketi tüm gençleri savuruyor. En önemli merkezler Londra’daki Piccadilly Circus ve Amsterdam’daki Dam Meydanı. Bu mekanlar dünyayı keşfetmek ve büyük maceralara atılmak için de bir durak aynı zamanda. Günlerden bir gün Nepal’e gitmek isteyen Karla’nın ve yazar olma hayali kuran Paulo’nun yolu Dam Meydanı’nda kesişiyor. Kitabın bundan sonraki kısmı, Katmandu’ya gitme amacıyla Magıc Bus’a binen ve burada epey zaman geçiren farklı insanların kesit kesit hikayelerinden oluşuyor. (Bütün olarak baktığımızda daha çok Karla ve Paulo’nun yol hikayesi aslında) Yolculuk Amsterdam’da başlıyor ve otobüs sırasıyla İstanbul, Tahran, Kabil, Delhi’den geçerek Nepal’e ulaşıyor. (Spoiler vermek gibi olmasın ama İstanbul’dan sonraki bölüm kitapta anlatılmıyor aslında, o yüzden ulaşıyor demek doğru değil:)
İstanbul ömrümün çoğunun geçtiği yer olduğu için İstanbul bölümünü hıphızlı okudum. Öncelikle şunu söylemek isterim, bugünlerde İstanbul hiç ama hiç ucuz değil ve nane çayı diye bir şey son 20-25 senedir popüler değil. Hippilik ve Coelho’nun İstanbul’daki sufilik yolculuğu konusunda biraz daha derin bir şeyler okuyacağımı sanıp heyecanlandım ama öyle olmadı. Yine de haksızlık etmek istemem güzel bir kitaptı, vakit kaybı değil bence zaten çok fazla vakit almıyor okumak.
“…şu an bir otobüsteyiz, çünkü burada olmayı seçtik. Önümüzde binlerce kilometrelik bir yol var ve bu yolu nasıl katedeceğimizi kendimiz seçeceğiz: Ya bir zamanlar imkansız görünen hayallerimizi kovalayacağız ya da koltukları rahatsız, insanları sıkıcı bulacağız.”