Balear Adaları yani Katalanca Illes Balears, İspanyolca da Islas Baleares diyoruz, çünkü resmi dilleri hem Katalanca hem de İspanyolca😁Mallorca, Minorca, Ibiza ve Cabrera, Balear Adaları’nın een büyük ve popüler olanlar; ama daha birçok minik ada mevcut. Palma, Mallorca adasının başkenti, adalıların yarısından fazlası burada yaşıyor ve İspanya’ya bağlı özerk bir bölgedeler. Adada, önce Roma İmparatorluğunun, sonra Emevilerin ve 19.yüzyıldan sonra da İspanyolların borusu ötmüş. Bu bilgileri ben de Palmaya bilet aldıktan sonra edindiğimden –miş, haber kipiyle ifade etmem gerekirdi.😊
Adaya Milano’dan, Ryan Air standartlarından belki bir kaç milimcik iyi olan İspanyol’ların kendi firması Vueling Airlines ile uçtuk. Biz nereye şimşekli gök gürültülü yağmurlar oraya olduğu için uçamadan önce 3-5 rötar yedik, sonra uçuşun iptal olacağından neredeyse emin olduk ve tam seyahat sigortası neleri karşılıyor acaba diye araştırmaya başladığımızda 23.45 civarı uçağın kalkacağı kesinleşti ve bizi Palmaya götürdüler. Havaalanından şehir merkezine son otobüs 02.00 daydı, ona yetişebildik. Palma’nın havaalanı son derece düzenli ve inanılmaz gereksiz fazla derecede büyük!
Genel olarak fiyatların epey uygun olduğunu söyleyebilirim, gerçi Oslo’dan sonra her yer öyle gibi gelmeye başladığı için bu değerlendirmeyi çok da objektif yapamıyor olabilirim. Toplu taşıma kullanmamıza hiç gerek kalmadı. Çünkü 4 günümüzü, 40 derece sıcakta, adanın bir yanından bir yanına koşturarak harcamak yerine, deniz-kum-güneşten maksimum fayda sağlamak suretiyle, sangrialarımızı yudumlayıp, eski binaların ve otantik meydanların arasında dolaşarak değerlendirmeyi tercih ettik. Ama daha farklı bir tık daha serin bir mevsimde, adayı da didik didik gezmek isterim. Almanlar adayı çok seviyor, bol bol Almanca işittik, hatta plajlarda, sokaklarda tabelaların İngilizceden çok Almanca meali vardı.
Plaza Mayor, adanın merkezinde, trafiğe tamamen kapalı tarihi bir meydan. Lokal tapasçılarla, kafe ve barlarla dolu. Bizim kaldığımız yer bu bölgeye çok yakın olduğu için denizde olmadığımız zamanlar buralarda takıldık, Old Town Bölgesi de buralarda. Bellver Kalesi, yüksek bir tepenin üzerine inşa edilmiş, 14. yüzyılda. Biz bu tepeye öğlen sıcağında, yanımıza su almayı da unutmak gibi bir hatayla birlikte tırmanmış bulunduk, adaya tepeden bakabiliyorsunuz ama ne kadar etkileyici bir manzara olduğu kişiden kişiye değişecektir. Minik bir meblağ karşılığında kaleye girebiliyorsunuz, muhakkak girmenizi tavsiye edemeyeceğim:) Mallorca Katedrali, yine yapımına 14. yüzyılda başlanmış bir Roma Katolik katedrali, adanın merkezinde, tam deniz kenarında ve neredeyse her yerden görülebiliyor, bence cool ve gotik bir mimarisi var. 1900lerde Gaudi’nin bizzat adaya gelip bu katedralin restorasyonu üzerine çalıştığı, onarımını yaptığı hakkında bazı söylentiler de dolanmakta. Liman Bölgesini pek fazla sevmedim, bence adanın ruhunu pek fazla yansıtmıyor gibiydi, bu bölgede kalmadığımız için mutluyum.
Risk alma modunda olmadığımızdan her gün ayni plaja gittik, ve her gün neredeyse ayni şemsiyeyi, şezlongu kiraladık:) İsmi, Platja De Can Pere Antoni çalışanlar gayet iyiydi, turist dürteyim, plajımda onu yeme v.s. gibi durumlar söz konusu bile değil. 2023 yaz fiyatları açısından fikir vermesi için fotoğrafını çektim. Plaj şemsiyesinin altında minik bir şifreli kasa var, onu da kiralayabiliyorsunuz ve bence bu çok iyi bi seçenek, cankurtaran konusunu çok ama çok ciddiye alıyorlardı, bu konuda ciddi regülasyonlar var gibi. Plajdan sürekli, mangocu, kokonatçı, karpuzcu, biracı ve masajcılar geçiyor (evet masajcı talep etmeniz halinde Asyalı masajcı teyzeler sizi bir güzel oracıkta masajlıyorlar), pazarlama yöntemi olarak da aynı Türkiye’deki gibi bağırıyorlar. Tatlı ve farklı bir plaj deneyimiydi ama görüşlerim kesinlikle negatife yakın bile değil.
Her gün bol bol tapas, sangria ve paella denedik, adada yediğimiz neredeyse her şey süperdi.
Calixto, görece İspanya sınırları içinde ilk paella’mı yediğim yer oldu. Neşeli sahipleri, çok lezzetli deniz ürünlü paella’ları ve devasa sangriaları var.
La Viniloteca, Old Town Bölgesinde şirin bir şarapçı, çok sakin, cangılı cungullu olmayan huzurlu bir kapı önü var, zaten 3-4 tane de masası var.
Café Verde, gerçekten her yerde gitmek istediğim o lokal tapasçı, kocaman bir ağacın altına atılmış 6-7 masa, bağıra çağıra melodik bir şekilde konuşulan İspanyolca, çok çok hafif esinti, neredeyse sıfır turist (biz hariç:)), makul fiyatlar. Sanırım buraya 10 basıp geçeceğim.
Bar Flexas, buraya neden gittiğimizi pek hatırlayamadım, sanırım asıl gitmek istediğimiz yerde masa bulamayıp civardaki en yüksel puanlı gidilebilecek yerlerden biri olduğu içindi.:DD
Nitos, ise kaleden dönüşte yemek yediğimiz, lokal aile restoranı, sahibi dede ve ailesi tatlıydı, duvarların restorana gelen ünlü ve politikacılarla dolu olduğundan ünlü ve aslında bilinen bir yer olduğu izlenimine kapıldık, ancak mekanın asıl olayı tavukmuş biz bunu sipariş verdikten çok sonra farketmiş bulunduk, onlar da İngilizce bilmediklerinden, ya bizim spesialimiz tavuk neden ispanyol omleti falan söylediniz bakın logomuz bile tavuk kafanıza güneş mi geçti yoksa biraz aptal mısınız diyemediler. Yine de güzel bi deneyimdi, tekrar gidersek bu sefer kesin tavuk yeriz:)
Cuco Cocina, buraya gıcık oldum, güzel meydanı kapmışlar ve turist dürtme mekanı madalyasını kapılarına takmışlar, garson çocuklara gereksiz samimiyetlere girmeleri öğütlenmiş sanki. İngilizceleri yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kadar iyi olmasına ve yanlış anlaşılma olmayacak kadar net sipariş vermiş olmamıza rağmen, sipariş verdiğimiz şeyler dışında ek olarak sipariş vermediğimiz yemekleri ve tatlıları da mütemadiyen kakaladılar, beyim kibar biri olduğu için ‘biz bunu söylemedik aslında ama alalım madem hazırlamışsınız’ diye her seferinde kabul etti. Ben daha az kibar biri olduğum için :DD ve enayi gibi hissetmek istemediğim için her seferinde buna engel olmaya çalıştım, ama yorucu bi yemekti. Daha da buraya gitmem.
Deneyimlediğimiz dondurma ve kahvecilerin fotoğrafını çekmediğimden onları pek iyi hatırlayamadım, bu yüzden onlara ilişkin anılarım uçup gitmiş maalesef. Sonuç olarak Palma’yı ziyaret ettiğim için ve bu yazıyı yazdığım için mutluyum. Sevgiler 🙂 .