Barselona’nın havası, suyu, insanı, gündüzü, gecesi ve insana sürekli tetikte olma ihtiyacı hissettirmesi bana biraz İstanbul’u andırır gibi oldu. Bu yüzden şahsen pek yabancılık çekmedim, sanki doğduğum ve yaşadığım şehir, sanki tanıdık eski dostum…🙂 Bir de bebeklik arkadaşımızın şehirde yaşıyor olması, çocukluk günlerimizdeki gibi vakit geçirmemiz için şehrin bize kucak açması ve Emre’nin kuzeni ile büyük bir tesadüf eseri karşılaşmamız ve vakit geçirebilmemiz vs. gibi detaylar sanırım şehri bana daha da tanıdık kıldı, turistik görevler neredeyse tamamen ortadan kalkıverdi.
Özetleyecek olursak, bence havası güzel (tabi güzel göreceli bir ifade oldu ama bence dedim), şehirde denize girme imkânınız var (hop yine parantez, aşkoş biri değilim ama şehir merkezindeki plaj bana pek konforlu, temiz ve güvenli gelmedi ama imkân imkândır). Yemek konusunda zorluk çekme ihtimaliniz sıfır (şu ana kadar bulunduğum hiçbir dünya şehrinde yemek konusunda sıkıntı yasamayan biri olarak soyluyorum, bu yüzden bu da pek gerçekçi olmuyor ama gerçekten illa ki kafanıza göre yiyecek bir şey bulursunuz bu şehirde). Kozmopolit ve eğlenceli ve hiç uyumayan bir şehir. Son gün havaalanına gitmek için 03.50 civarı otelden çıkmak zorunda kaldık ve homelesslar hariç sokaktaki herkes uyanıktı.
Barcelona için minimum 3 gün yeterli olur bence, ama tabi ki daha fazla günümüz olsaydı da ne alaydı, daha çok sangria içerdik, daha çok tapas denerdik, şehir merkezine trenle 35-40 dk olan Sitnes’e gidip denize bile girerdik. Favori bölgelerim El Born ve Gothic Quarter (buraya sanırım eski şehir bölgesi diyebiliriz) oldu sanırım, eğer şehri gün batimi tam buradan olacak şekilde ayarlayabilselermiş Barcelonata‘yı (deniz kenarı plaj bölgesi) da favorilerime alabilirdim😅.
Küçük bir not!!! 21 Haziran civarı Barcelona’da olacak şekilde bir plan yaptıysanız, programınızı değiştirmenizi, bunun için geç kaldıysanız da oradan uzaklaşıp civar semtlere gitmenizi tavsiye ederim, çünkü bu tarihlerde Saint John’s Festivali var! (Evet, festivalden hem de yaz festivalinden uzaklaşmanızı tavsiye ediyorum🙂). ‘Aziz John Gecesi’, ‘Sant Joan’ veya ‘Nit de Sant Joan’ olarak adlandırdıkları bu gece, İspanya’nın yılın en kısa gecesini kutladığı bir yaz festivali, ama böyle bir kutlama anlayışı olamaz, olmamalı ve lütfen olmasın. Sabaha kadar, 5 yaşında çocuklar dâhil olmak üzere, herkes bir köşede havai fişek ya da çeşitli sesli salak şeyler patlatıyor. Gerçekten gürültüyle ve bu şekilde başka canlılara rahatsızlık vererek eğlenmek bir düşük IQ belirtisi olabilir mi, bu konuda araştırmalar var midir bilmiyorum, ama gerçekten korkunç bir geceydi, şehirdeki bütün kuşlar bağırarak öldü, biz patlattıkları şeyler kafamıza gözümüze gelmesin diye gürültüden kafamız şişmiş şekilde otele kaçtık, savaş travması olanları filan zaten düşünemiyorum. Happy Sant Joan!
Neyse bu minik bilgiden sonra biraz da güzel şeylerden bahsedelim. Mercat de la Boqueria (Mercado de La Boqueria), kısaca La Boqueria şehre iner inmez aç karnına ilk durağımızdı, gerçekten de gözümüz döndü. La Rambla’dan girişi olan Katalonya, İspanya’da büyük bir halk pazarı burası. Balık, bakeri ve meyve bolumu var, ne alıp ne yesek nerden başlasak, her şeyi alıp karıştırsak mi ertesi gün bir daha gelip içimizde kalanları da mi yesek derken burada epey oyalandık, Pazar günleri kapalı olduğunu da yüzleşerek öğrenmek zorunda kaldık. Santa Caterina Market de yine benzer konseptte 1845 ten beri aktif kullanılagelen daha az kalabalık, daha az turistik bir alternatif, sanırım bir tık daha küçük.
La Rambla, kocaman, son derece turistik, uzun bir cadde, otelimize yakın olduğundan buradan birçok kez geçmek zorunda kaldık, La Boqueria da cadde üzerinde, çeşitli tanıdık mağaza zincirleri de, turistik kafeler ve restoranlar da… Sonunda ya da ne taraftan geldiğinize bağlı olarak başında, hiç beklenmedik anda aniden beliren bir Colomb heykeli var. Şehrin akla ilk gelen simgesi, La Sagrada Familia‘dır herhâlde,Haziran 2023tegirişler 26 Euro olarak güncellenmiş, bence çok pahalı. Mealen, ‘kutsal aile’ demekmiş ama halk, bitmeyen kilise diye de anmış bir zamanlar, bilindiği üzere Gaudi bir tramvayın altında kalarak trajik bir şekilde hayatını kaybettiği için bitirememiş bu bazilikayı. Bu bölge epey turistik ve yere döktükleri ince kum yüzünden bu meydan adeta bir çöl gibi olmuş, hava da 40 derece olunca o kumlar yüzünüze gözünüze sacınıza, kirpiğinize yapışıyor. Bu yüzden karsısına geçip uzun uzun incelemek çok kolay olmadı, ama özetle, kuleler gerçekten görkemli ve tepelerindeki süslemelerin ve yazıların cennet ile yeryüzü arasında bir bağlantı sağlıyor olduğu düşüncesiyle tasarlanmış. Gaudi demişken devam edelim, Barcelona herhâlde gerçekten biraz da Katalan modernizminin somut yüzü Gaudi, Barcelona’ daki günlerinizin yarısını Antoni Gaudi’ ye ve eserlerine ayırmak gerekiyor, ve hakediyor da bence. Park Güell‘ i1900’de başlayıp 1914de tamamlamış Gaudi ve diğer emekçi çalışanlar😊 turistik ve kalabalık olsa da çok keyifli ve bol renkli bir park, neredeyse yarım gününüzü ayırmanız gerekiyor. Parkta yüzlerce belki daha fazlasini görebileceğiniz yeşil papağanlar gayet evcil ve sevimliler. Bu yeşil papağanların bir kısmı da şehrin bir diğer ucundaki Parc de la Ciutadella’da yaşıyor, vee bazı insanlar tam da beslemek yasaktır tabelasının yakınlarında ellerine kafalarına omuzlarına kraker koyuyor ve onlarca papağanla fotoğraf çekiliyor.Parc de la Ciutadella, kocaman bir şehir parkı, bence zaten şehir merkezine böyle bir park ve büyük bir yeşil alan gerekiyormuş, buraya gitmişken parkın içindeki Cascada del Parc de Ciutadella’yı, minik gölü ve Arc de Triomu da görürsünüz zaten. Arc de Triomu çok yakındaymış gibi gözüküp aslında yürüdükçe o kadar da yakında olmadığını anladığınız bir zafer takı. 1888 senesinde Barselona Fuarı’nın ana giriş kapısı olarak mimar Josep Vilaseca i Casanovas tarafından inşa edilmiş, evet bu seferlik Gaudi gerçekten de isin içinde değil galiba.😶
Casa Batlló, zaten uzaktan bakınca Gaudinin yaptığını hemen anlayacağınız bir bina, gerçekten farklı ve özgün bir tasarım olmuş beğendim ben, ejderha sırtını andıran bina ön yüzünün önünde fotoğraf çekinilip Instagrama ışınlamazsanız, Barcelona geziniz sayılmıyormuş. Casa Milà, yine Gaudi tarafından tasarlanan ve inşa edilen bina, ön cephede dalgalı deniz ve deniz yosunları duygusu yaratmak istemiş şair burada.
Yemek konusuna da gelecek olursak, bence tapas yemekten sıkılmak diye bir şey çok mümkün değil, yani biz 1 hafta sıkılmadık, çünkü her mekânın kendine özel yorumlanmış tapasi var (bu arada tapas çoğul tapaslar anlatım bozukluğu, kelimenin tekili tapa), sokak büfesinden tutun da romantik ‘fine dining’ ortamlarına kadar her yerin menüsünde ‘Patatas Bravas’ görebilirsiniz mesela. Patatas bravas, aslında çok sıradan Türkiye’de de zaman zaman yapılan (patates, yoğurtlu sos, domatesli sos) bin bir farklı şekilde yorumlanabilecek pek de numarası olmayan bir çeşit meze. Bence risksiz bir seçim olduğu için her yerde istisnasız fix sipariş verdiğimiz bir şeydi. Sangria sektörü de ayni şekilde her yerde her sekliyle ulaşılabilir, ama içtiğim tüm sangrialar birbirinden farklıydı.
🍲🍲🍲 El Xuletó, La Sagrada Familianin neredeyse dibinde, fiyat performans bakımından 10/10 olan bir esnaf lokantası. Tapas ve paellalar adeta bir lezzet şöleni, fiyatlar da sok edici derece iyi, Asyalı bir aile işletiyor gibi anladım, tıka basa doyduğumuz için tatlımızı paket yapacak kadar şirinlerdi.
🍪🍪Brunch & Cake, şirin kafe zinciri, çok az sıra beklemeye değebilir ama çok az. Yine La Sagrada Familia mahallesinde, hatta tam eteğinin dibinde.
🍷🍷🍷Bistrot Levante burası gerçekten çok güzeldi, tam bazilikanın ara sokağında, kalabalıktan ve gürültüden uzak, dışarıdaki 4 masadan birini rezervasyonsuz kapabilirseniz o günlük tüm şahsınızı tüketmiş oluyorsunuz, tapas ve ana yemek seçeneği de var gayet iyiydi, çok sevdim.
🍻🍻🍻Restaurant Bidasoa, iste burası tam olarak gitmek istediğim lokal restoran, değil Barcelona’yı tüm Katalan ruhunu ciğerlerinizde hissedebileceğiniz bir ortam, kredi kartı pek istemiyorlar, cash tercih ediliyor ama gerçekten her şey çok lezzetli ve güzeldi 10/10 puan.
🍷🍷La Vinateria del Call, listede olan ancak gidemediğimiz bir tapas bardı, belki bir gün gideriz ya da siz gidesiniz, burada bulunsun. 🙂