Öncelikle belirtmek isterim ki Berlin’e muhakkak yeniden gitmek isterim hatta belki ”bir süreliğine” yaşamak istediğim bir şehir bile olabilir. Tarihse tarih, sanatsa sanat, kozmopolitlikse kozmopolitlik, aklınıza gelebilecek tüm dünya mutfakları, gece hayatıysa alası… Böyle çok renkli ve çok sesli şehirleri o kadar çok seviyorum ki bana sanırım hepimizin farklı olduğunu, hayatımızın tek bir tane, biricik ve sadece bize ait olduğunu hatırlatan ve kocaman dünyada gerçekten hepimize yetecek kadar alan ve kaynak olduğunu düşündürüyor.


Arka arkaya gittigim için söylemeliyim ki Berlin ve Hamburg asla kıyaslanamaz bence, ikisini de cok sevdim ama tamamen farklı ruhlar, temelde ikisinde hissettigim şeyler bambaşka. Bir diğer tespitim Berlin’de İstanbul’dakinden çok Türk olabilir, en azından kesinlikle daha çok dönerci var… Her sokakta Türkçe duymak mümkün, bu duruma hiç alışık olmadığımız için (Osloda 10 tane Türk falan var zaten biri ben biri Emre ve tek Türk Istanbul Erenköy kedisi de Patisu…) sokaklarında saat başı anadilimizin konuşulduğunu duyunca bi garip olduk.  Özetle şehirde hayatınızı idame ettirebilmek için Almancaya hiç gerek yok minik bir İngilizce ve Türkçe gayet yaşamanıza yetebilir… Şehir bana, liseden kalan 3 gramlık Almancamı az da olsa pratik edebilmem için hiçbir fırsat sunmadı.


Şehri yine bilen arkadaşlarımızla gezdiğimiz icin hiç vakit kaybetmeden ve Maps kullanmadan 1-2
günde tamamladık, ama tamamladık demek sehre haksızlık bu yüzden sadece öne çıkan, hadi turistik diyelim, noktalari bitirebildik diyelim, ve kısaca not düşelim;


Dünyanın een büyük ve belki de en ikonik açık hava galerilerinden biri olan East Side Gallery, 1989 yılı başlarında Alman Hükûmetinin, isteyen Doğu Almanya vatandaşlarının Sovyetler Birliği dahilindeki diğer Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapabilmesine izin vermesi ve Berlin Duvarının yıkılması kararını aldıktan sonra, yüzlerce farklı sanatçı duvarın yaklaşık 1,4km’lik kalan kısmının üzerine çeşitli resimler yapmışlar.  Mevcut durumda, biraz fotoğraf çekinme alanına dönmüş gibi geldi bana.

Duvarın şehrin tam ortasından geçtiği yerlerin bır kısmı yeniden imara açılmış, yeşillendirilmiş park alanı yapılmış, bazı kısımlar sanırım  anıtsal amaçlı olarak bırakılmış. Yani duvar, sosyal açıdan da , fiziksel olarak da kendini yer yer fark ettiriyor.


Almanya’nın parlamento binası, Reichstag için Berlin’in güzel, ikonik, Alman mühendisliğinin göz kırptıgı bir yapısı diyebiliriz 👀 Giriş belli yerlere ücretsiz ancak bilet bulamadığımız için giremedik ama muhakkak yeniden gideceğim ve ücretsiz biletleri önceden almak gerektiği ile ilgili yedigimiz kaçıncı gol olduğunu takkemi önüme alıp, oturup düşüneceğim.

Aynı meydanda, Brandenburger Tor yani Brandenburg Kapısı,  Berlin’in ve hatta Almanya’nın ana simgelerinden biri. Zaten bu meydan tamamen Berlin deyince herkesin gözü önüne gelen yer😎 Sanırım Alexanderplatz için de aynı şeyi söyleyebiliriz, en azından benim icin öyleydi ama tabi ki fiziksel olarak Berlin’de bulununca şehir ile ilgili algım epey değişti.  Mitte bölgesinin en merkezi meydanı, TV kulesi Berliner Fernsehturm  burada, sonra dünya saati var, ve aynı zamanda ulaşım merkezi olması sebebiyle de çok açık bir şekilde bir buluşma noktası da. 

Holocaust Memorial gerçekten de etkileyiciydi, Yahudi soykırımında hayatını kaybeden yaklaşık milyonlarca Yahudiye adanmış, mimarisi oldukça anlamlı, gerçi taşların farklı ebatlarda oluşundan ve derinleşiyor olmasından ne anlam çıkarılacağı da yorumlamaya biraz açık bir konu gibi geldi.


Sonracıgıma, hükumetce ”sakıncalı” sayılan kitapların yakıldığı yerde dort, wo man bücher verbrennt, verbrennt man am ende auch menschen.” (“where they burn books, they will ultimately also burn people.”) yazısını gördük. Bay Heinrich Heine gerçekten dünyanın en ama en doğru lafını etmiş, ve öyle de olmuş.

Checkpoint Charlie, Soğuk Savaş yıllarında Doğu Berlin ve Batı Berlin arasındaki ana geçiş noktası olarak kullanılan ve bir zamanlar bu noktada Amerikan ve Sovyet askerleri nöbet tuttuğu günümüzde de bunun derinlemesine anlatılıp canlandırıldıgı kontrol noktası diyebiliriz. Minik bir kontrol kulübesi ve müze bile yapmışlar. İnsanlar arkasinda kocaman Mc Donald’s amblemi çıkan kulübenin önünde fotoğraf çekiliyor. 📸


Kreuzberg e tabi ki gittik, ve hatta kruezberg merkezi adlı tabela önünde fotoğraf çekildik ve hatta yetmedi çiğ köftecinin önünde Killa Hakanı bile gördük, lahmacun kebap tarzı şeyler yedik. Tabelalar, sokaktaki sesler, teyzeler, restoran ve kafeler herkes ama herkes Türk. Çok derin sosyolojik incelemeler icin uygun bir çalışma alanı,bu atmosferi çok garip bulmakla ve canlı gördüğüme sevinmek ile birlikle bir tık güvensiz hissettigimi de belirtmek isterim üzülerek.

Berlinde binlerce “Currywurst” dükkanı var, bence çok mükemmel bir şey değil, over-rated buldum, baharatlı ketçaplı soslu sosis. İşlenmiş et pek sevmedigim icin de buna bayılmamıs olabilirim, hızlı ayaküstü atıştırmalık sektöründe kendine iyi bir yer edinmiş, ben yine de Hamburgun ”Fischbrötchen” sektörünü açık ara daha çok sevdim. ”Gemüse kebap” sektörü ıse şahsıma hitap ettı hatta vejeteryan opsiyonları da bır dahaki sefere denemek isterim.

Berlin’in doğusunda yer alan Friedrichshain semtinin dokusunu sevdik, son günümüzü buradakı sokakları ve lokal yerlerı gözlemleyerek geçirdik.


Berlin hakkında daha yazılacak çok şey olduğunu düşünüyorum,  ve daha kısa olmasını planladığım bu yazıyı burada bitiriyorum. Sevgiler❤️

Bunlar da hoşunuza gidebilir:

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir