Geçen haftasonu eşim birey Emre ile Polonya’ya yeniden bir gezi düzenledik. Şehir gezilerimizi haftasonuna sıkıştırıyoruz; ama bu bir tercih değil, henüz kazanılmış resmi iznim olmaığı için bir zorunluluk şimdilik.

    Poznan, benim için de bir tık daha özel ve anlamlıydı; çünkü sevgili sevgilim Emiramis’in Erasmus şehri idi. Bu tarz şehirler hakkında sık sık söylenen, pek bir şey yok, sırada küçük Avrupa şehri işte, tarzı öneriler ve yorumları pek sevmem; çünkü herkesin gezme anlayışı ve ilgi alanları çok farklı. Tüm minik Avrupa şehirlerinde minnoş büyüklü küçüklü Old Town bölgesi, birkaç adet önemli kilise ve müze, insanın gözünü gönlünü açan mimari bir şekilde bulunuyor; ama bambaşka tarihlerden bambaşka kültürlerden, dillerden ve insanlardan bahsediyoruz ve bence bu yüzden de tüm şehirler çok farklı.

    Poznan Oslo’ya göre epey ucuz; ama Türkiye’ye göre artık değil. Biz üniversitedeyken yani 5-6 sene öncesinde, TL henüz dibi görmemişken, yani evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer pire iken, cüceler tellal iken, ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… 1 Türk Lirası = 1.5 Zloty imiş.(Euro ile bir şey satın alırken fiyatını kafamızdan 3 (üç) ile çarptığımız dönemlere tekabül ediyor) Şimdi ise tamamen tepetaklak, artık  1 Zloty = 2,40 Turkish Lira (Euro’dan bahsetmiyorum bile artık…) Minik ekonomi sunumumuzdan sonra söyleyebiliriz ki artık Poznan bile Türkiyeli bir Erasmus öğrencisi için hiç de ucuz değil.

 


  Şehrin en turistik ve ünlü yeri (dibinde bir otelde kalmaya özen gösterdiğimiz) Stary Rynek, meydanın dört köşesinde mitolojik karakterlerden esinlenerek  yapılmış 4 çeşme/heykel var, etrafında rengarenk farklı yapıda evler ve evlerin altında kafeler /restoranlar… Meydanın ortasındaki kuleli yapı Ratusz Poznanski, sanırım Town Hall, Belediye Binası, biraz üşüdüğümüz için hasta olmamak adına 12.00’da binanın tepesinde toslaşan keçileri bekleyemedik, yani keçileri kaçırdık keh keh koh::D Stary  Brovary, meydandan biraz yürüyünce karşımıza çıkan normal ve sıradan görünümlü bir alışveriş merkezi, içinde ZARA, H&M hatta Carrefour var. Eskiden bira fabrikasıymış ve bence binanın içi çok güzel, keşke uyduruk bir AVM şeklinde kullanmasalarmış. Fara Kilisesi‘nin önünden geçtik ama içine girmedik, pembe 17.yy’dan kalma sapasağlam, taş gibi bir kilise.

    Park, bahçe, ağaç seven beton sevmeyen bir aile olduğumuz için
Old Town Bölgesinden çıkınca lokal mahallelere gitmeden önce, koşarak Citadel Parkı‘na gittik. Şehir merkezine çok yakın, yürünebilirmiş ama biz bunu öngöremedik ve otobüsle  bir duraklık yolculuk yaptık. Şu hayatta nerde olursam olayım gördüğümde inanılmaz mutlu olduğum, sevinçten içimden balonlar fışkırtan birkaç şey var. 1. denize bakarken aniden hoplayan YUNUS görmek, 2.si bir anda beliren GÖKKUŞAĞI(ve sonrasında gelen acilen dilek tutma içgüdüsü), ve 3. SİNCAP! Parka adım attığımız an, o muhteşem sonbahar seremonisinden önce gördüğüm ilk şey neredeyse kamufle olduğu ağaç gövdesinde gerinme hareketleri yapan bir sincaptı! Yaklaşık yarım saat sonra elimizde cevizle sincap besliyorduk:)) Hayatımın en sıcak en muhteşem anlarından biriydi. 4-5 tane minik sincap bebişi bize güvenip dibimize kadar gelip avucumuzdan ceviz yedi ve elim minik burnuna değdiği an içim eridi😌,bizim onlara zarar vermeyeceğimizi anladıkları an karşılıklı bir güven anlaşması imzaladık sanki ve yavaş yavaş yaklaştılar❤ Bu günün akşamında da gökkuşağı gördük, hem de tam bir gökkuşağı. (1-2 aylık dilek hakkımı kullandım)

    2. günümüzün sonuna doğru Warta Nehri’nin sağ kıyısındaki,
tarihi 
Śródka semtine gittik. 
Most Biskupa Jordana w Poznaniu, yani Jordan köprüsünden geçerek Ostrów Tumski Adası’ndaki St. Peter ve St. Paul Kemerli Katedral Bazilikası‘na gittik.10. yy’dan beri yaşayan een eski Polonya katedraliymiş.

    Mantı ve patates en sevdiğim şeyler olduğu için Polonya mutfağı beni hep kalbimden vuruyor. Bu yüzden 2 günde 2 kere Pierogi yemek zorunda kaldık. İlki, pierogi’lerin tane ile satıldığı Pierożak pierogi, ikincisi ise Śródka’daki Na Winklu oldu. (Oyumu 2.’den yana kullanıyorum.) Kapısında sıra beklemenin inanılmaz derecede normal karşılandığı ünlü krepçi Manekin’de biz de sıra bekledik ve içeri girmeyi başardıktan sonra sipariş alınmasını, sonra da kreplerimizi epey bekledik. Krep için bu kadar beklemeye yüksek bir puan veremeyeceğim:) Poznan favori yeme- içme mekanım olarak ise Bar A Boo‘yu açıklıyorum. Bence çok sakin, hatta neredeyse müziksiz oturup dinlenerek güzel kokteyller içip yemek yenebilecek, şehrin göbeğinde bir İtalyan gastro pub. Whisky in the Jar‘da da yemek ve içecekler güzel ; ama bir tık daha gürültülü ve kaotik buldum, kafam kaldırmıyor sanırım yorgunken gürültüyü.

 Varşova’dan sonra gördüğüm ikinci Polonya şehri olan Poznan’ı da çok sevdim. Yemekler güzel, insanlar İngilizce konuşabiliyor, e şansımıza hava da parçalı bulutlu hatta yer yer güneşliydi. Daha ne olsun😎. Umuyorum ki sağlıkla, dünyadaki farklı şehirleri de görebiliriz, haftasonu ülke değiştirip Pazartesi sabahı işe gitmek ne kadar yorucuysa, yeni şehirler keşfedip, dilini hiç bilmediğin sokaklarda dolaşmak bence o kadar heyecan verici.

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olarak var olsun lütfen💓


Sevgilerimle,

Eda:)












Bunlar da hoşunuza gidebilir:

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir