Şu fani dünyada belki onlarca korkum onlarca fobim var; ama çok ilginç bir şekilde bir gram bile uçak korkum ya da yükseklik korkum yoktur! Sabah, uçağımız Nice’e inerken kaptan bey öyle bir alçaldı ki uçağın altından ayağımızı çıkarsak denize sokacaktık sanki, meğersem havalanının uçak pisti bölümünün denize full kıyısı varmış =D(Hayatımın KPMG dönemi aşırı seyahat ediyordum ve ekiple bazen ayda 5-6 kez uçak yolculuğu yapıyorduk; bi ekip arkadaşım uçak her inişe geçtiğinde camdan bakım “hıms burdan düşsek de ölmeyiz artık kolumuz bacağımız kırılabilir…” minvalinde ciddi cümleler kurardı istisnasız, kulakları çınlasın:) Aklıma bu geldi neyse konumuz NİCE <3 Değil Güney Fransa’ya, Fransa’ya ilk gidişimdi. Hemen çok değerli gözlemlerimi ve anılarımı yazacağım şimdi…
Öncelikle denizin, halk plajı bölümünde bile bu kadar harika
olmasını asla beklemiyordum. Kentin kıyı şeridi kısmında, –Promenade des Anglais– bir sürü özel plaj ve halk plajı mevcut. Öngörülü ve zeki olduğum için sırt çantama plastik deniz ayakkabılarımızı atmıştım, en büyük iyi ki’m bu oldu; çünkü deniz aşırı temiz, berrak ve turkuaz ama zemin, ceviz- patates büyüklüğünde taşlardan oluşuyor. Bence denize girmeyecekseniz, çok fazla gezilip görülmeye değecek özel yerler yok, şu müzelerde bilet alalım, bu kaleye gidelim, şu restorandan rezervasyon yaptıralım, şu kiliseyi not alalım vs. gibi önceden çalışma gerektirecek hiçbir şey yok bence:) Yaşamaya bakıp gayet rahat takılıncak bir sayfiye yeri sanırım Nice.
Diğer bir gözlemim: en kalabalık ve sıcak zamanlardan birine denk gelmişiz şehrin fakat; çok büyük bir alan olmamasına rağmen, gitmek istediğimiz hiçbir yerde yer bulma sorunu yaşamadık. Genelde yaş ortalaması yüksekti; heralde güzel Fransız mimarisi, lokal mekanlar, küçük galeriler, güzel sokaklar v.s. 50-60 yaş arası insanların daha çok ilgisini çekiyor:) Yolda, denizde ve sıcakla başetmekle çok yorulduğumuz için maalesef bu seferlik gece hayatını gözlemleyemedik, bir koktely bile içecek takatimiz kalmadığından ve ertesi güne erken başlamak istediğimizden oy birliğiyle mışıl mışıl uyumaya gittik.
Monaco Prensliği’ne 10 km İtalya sınırına ise 30 km mesafedeymiş Nice.İkisi de çok hissediliyor. Kesinlikle ucuz bir yer değil; ama Nice’e bile makul ya iyiymiş dedirten şehir Oslo’dan geldiğimiz için kendimizi Akdeniz ikliminin ve zeytin ağaçlarının huzuruna bırakıverdik. Resmen etim kemiğim ısındı.
Fransa’ya ilk gidişimdi ve ömrü hayatımda çeşitli sosyal statüdeki insanlardan Fransızların çok uyuz olduğuna, İngilizce konuşursanız surat asacaklarına vs. dair az hikaye dinlememiştim. Güneyli olmanın etkisinden midir Akdeniz ikliminden midir bilmiyorum ama asla böyle bir şey deneyimlemedik biz. Herkes gayet sempatikti, İngilizce konuşamayanlar bile mümkün olduğunca her konuda yardımcı olmaya çalıştılar. Hatta denizde bir amca durup dururken yanımıza gelip bizimle Fransızca iletişim kurdu. Tabii ki anlamadığımız için İngilizce devam ettik, 20 senedir Nice’de yaşıyormuş kız arkadaşıyla, her sabah 50 dk yüzdüğünden, denizin güzel olduğundan ama rüzgarlı havalarda denizanaları olduğundan filan bahsetti. Velhasıl kelam, bu tarz negatif genellemerin yine patladığını düşündüm.
Place Masséna Nice’in ana meydanı kabul ediliyormuş. Tramvay hattı, kırmızı italyan mimarisi binalar, zeytin ağaçları,meydandaki çeşme ve yanındaki Apollo heykeli ortama tam bir Akdeniz meydanı görüntüsü veriyor. Arnavut kaldırımlı old town bölgesine halk arasında Vieux Nice deniyor anladığım kadarıyla, Vieille Ville(old town). Cours Saleya, sahil şeridi ve old town arasında kalan pazar, çok güzel çiçekler, meyve sebzeler var ve turist dürtme olayları çok gelişmemiş sanırım. 1 Euro’ya dopdoğal lavanta keseleri satılıyor.
Yemek olaylarına pek mesai harcayamadık, acıktığımız an gözümüze kestirdiğimiz yere girdik, ve hepsinde de şanslıydık. Cafe Paulette, bizi ağırlama şerefine ulaşanlardandı. Genelde, menüler günlük ve Fransızca el yazısı ile yazıldığından pek riskli seçimler yapmamaya çalıştım kendi adıma. Ve yine genelde yemek mekanları sabah açılıyor öğlene kadar yemek- brunch şeklinde hizmet veriyorlar, 14.00-15.00 civarı kapanıp akşam yeniden açılıyorlar:D çok garip bir sistemleri var. Pizza La Bella, pizzalarının çok güzel olması ve yarım ölçü şarap satmaları yetmezmiş gibi çok güzel yarım pizza- ve salata şeklinde opsiyonlar sunuyorlar. Burayı çok sevdim, çok huzurlu ve mütevazi bir ortamı var puanım 10. Öyle çok macaron sevdalısı bir insan olmasam da Chocolatier LAC güzel macaronlar ve tatlılar yapıyor, istediğinizi seçip 4 lü paket halinde bile satın alabiliyorsunuz. Öyle ülkemizdeki ciks mekanlar gibi 10 lu almak zorundasınız, paket almak zorundasınız vs gibi kasmalar yok. Babbo Mio’da tatlı bir yer, zengin bir Akdeniz mutfağı menüsü var, kentin göbeğinde ve yine yaş ortalaması yüksek:) Dondurma konusunda ortamları Fenocchio kapmış gibi, birkaç şubesi var, ama yine de Azzurro Artisan Glacier (cash çalışıyorlar ve handmade olduklarını iddia ediyorlar) benden daha yüksek puan alacak. Dondurma önemlidir, kırmızı çizgimdir, çocukluğum, gençliğim, geleceğimdir…
Sanırım aklımda kalanlar böyle, hepsini bir çırpıda yazdım. Dünya’nın çok güzel yerlerini göreceğiniz, sevdiklerinizle muhteşem anılar biriktireceğiniz bir yaz dönemi dilerim.
Sevgiler,
Eda