Yıl 1996, aşırı yağmurlu bir sonbahar ikindisi. Anneannem, eskiden annem ve dayımın odası olan yüksek tahta tavanlı minik odada, yemek yemem için çabalıyor. Sokaktan kimsecikler geçmediği için beni oyalama malzemesi olarak da, yağmur yağıp seller akarken camdan bakan bir Arap kızının şarkısını söylemeyi seçiyor. 4 yaşındaki minik Eda, artık yutamadığı köfteleri yanağında biriktirerek annesinin işten dönmesini beklerken camdan bakan o Arap kızı hakkında uzun uzun düşünme fırsatı buluyor:) 


Evet, yağmurla ilgili zihnimin dibinden köşesinden bulabildiğim en eski anı buydu…


Günler günleri, yıllar da yılları kovalarken yağmur peşimi asla bırakmadı. 26 senedir ne zaman fön çektirsem yağmur yağdı. Arabası olan bir saygısız geçerken bilerek ıslattı, olmayan bir diğeri şemsiyesini kontrol edemedi. Ayakkabım ıslandı, saçım bozuldu, fabrika patladı yağmurla birlikte asit yağdı. Koca şehrin her tarafına beton dökülerek ve ağaçlar kesilerek doğanın tüm dengesi bozulduğu için su bastı… Yağmuru seviyordum ama sadece Teoman, Bülent Ortaçgil şarkılarında. Yağmuru seviyordum ama, uzaktan:D 

Canım sevgilim Emre ise yağmuru hisseden insanlar kategorisindeydi; ben yağmurda sadece ıslananlar sınıfındaydım. Aslında balık burcu olan bendim, ben de yağmuru hissetmeliydim. Asırlarca insanların hep olumlu anlamlar yüklediği bu çılgın bereketli, muhteşem doğa olayını ben de sevmeliydim. Ayrıca Emre’nin benden ayrı bir yerlerde olmasına da dayanamazdım:) 2018 yılının 16 Haziran günü yağmur tanrıları sesimi duydu ve nihayet beni de aralarına aldılar. Düğünümüzün olduğu gün öyle bir yağmur yağdı ki, gecenin sonunda gelin ayakkabımın altından yosun buldum (gerçekten). Düğün açık alandaydı, kapalı hiçbir alan yoktu, yağmur 120 derecelik açılarla yağdığı için alınan önlemler işe yaramadı ve bereket, herkesi sırılsıklam ıslatmayı başardı. Gelin çıldırmaya hazırlanırken; sevdiğimiz herkes, abiyelerinden ve saçlarından damlayan yağmur suyunu sıkıp oynamaya, eğlenmeye devam etti. O günden geriye topuzlu kafalar, pullu kıyafetler, ve yüz kilo makyajlı yapay gülümsemeli suratlarla kurgulanmış fotoğraflar değil; ıslak saçlar, gözlerinin içi gülen yüzler, tamamen doğal olan ve en önemlisi en sevdiğimiz insanlarla dolu fotoğraflar kaldı:) Böyle işte, yağmurla barıştık. Çok net söyleyebilirim ki, yine yağmur yağacağını bilsem yine aynı yerde ve aynı şekilde olsun isterim düğünümüz. 

Yağmur balayında da bizimleydi diyeceğim ama yanlış, bu kez biz ona gittik:) (bkz: Bali iklimi) İki günlük Budapeşte gezimizin iki gününde de yağmur yağdı. Viyana’yı yağmursuz görmedim hiç, yağmursuz görsem tanıyamam belki kendisini. Oslo’ya taşındık yarın üçüncü haftamız dolacak, çok net söyleyebilirim ki en az iki buçuk haftası yağışlıydı. Ve tabi ki ben bu ilk yazıyı yazmaya başladığım andan beri de yağmur yağıyor:)

Seni seviyorum canım yağmur<3 . İçinde temiz su olan, etrafı güzel kokutan, doğaya can veren, gökkuşağı getirme ihtimali olan bir şey nasıl kötü olabilir? Tabi ki yağmur berekettir, rahmettir, terapidir:)

Bunlar da hoşunuza gidebilir:

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir