Kitapla ilk lise dönemimde karşılaştığımı hatırlıyorum, okumaya çalışmıştım, ama pek akmamıştı(: ben de bırakıp test çözmeye devam etmiştim:D Aradan 10 seneden fazla bir süre geçmesini beklemeliymişim sanırım okumak için. Kitabı biraz önce bitirdim ve kesinlikle şu ana dek okuduğum en iyi kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. Ve dili ağır falan da değil bence. (zaten 15-16 yaşlarındaki lisedeki Eda ile karşılaşsak pek anlaşamayabilirdik sanırım.)
Kitaptaki kurgu beni tam anlamıyla büyüledi ve çok kısa sürede göz diplerim ağrıyarak bitirdim:) Neredeyse her bölümde farklı bir kişi ve farklı bir hikaye anlatılmasına rağmen hepsinin birbirine çok doğal bir yap-boz gibi bağlanması gerçekten çok etkileyiciydi. 17. yy. Galata’sı civarıda geçen olayları okurken tarihi dokuyu tüm hücrelerimle hissettim, heyecanlandım ve tamamen gözümde canlandırabildim. Fantastik kurgu bir romana göre her şey aşırı gerçekti bence:)
Favori karakterim, yattığı yerden atlası (Puslu Kıtalar Atlası) yazan ve her şeyin onun düşüncelerinde olduğuna inanan Uzun İhsan Efendi oldu tabii ki. Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabıymış ve 1995’te yayımlanmış, neredeyse kitapla yaşıtız; bu geç tanışma kitabımızdan sonra yazarın diğer kitaplarını da okumak için can atıyorum. Ve not olarak, İhsan Oktay Anar bir röportajında, diğer kitaplarında da kendine yer bulan Uzun İhsan Efendi karakterinin aslında kendisi olduğunu, bu karakter ile kendi düşüncelerine referans verdiğini ve bunu yapmaktan çok hoşlandığını söylemiş!
“Gördüğün her şey benim düşüncemden ibaret, bunu sakın unutma. Zihnimde bütün olaylara yön verebilirim. Eğer ister ve düşünürsem, şu gemiyi içindekilerle birlikte yok edebilirim.”
“Ben bu dünyaya bilmek için geldim. Benim için kutsal bir şey varsa o da bilgidir, gerek bu dünyanın gerekse öte dünyanın bilgisi. Bu yüzden öğrendiklerimi akıl terazisinde tartıp doğru olup olmadıklarına bakarım.”