Helló!
Budapeşte’de farklı zamanlarda iki kez bulundum ve ikisinde de yanımda en sevdiğim iki farklı insan vardı, şehirde geçen günlerim çok özel ve güzeldi. Budapeşte’nin biraz hafife alındığını düşünüyorum ve kendisini dünyanın en güzel Avrupa şehirlerinden biri gibi hissediyorum, hissediyorum dedim çünkü, öyledir böyledir herkese göre güzellik değişir. Tuna Nehri, şehri Buda ve Peşte olarak ikiye ayırıyor, ve bir sürü farklı ülkeden geçtikten sonra da Karadeniz’e dökülüyor, hakkında şarkılar, türküler, kahramanlık hikayeleri epey mevcut, kendisini ortaokul coğrafya dersinden tanıyorum, ve Karadeniz’e döküldüğünü de buradan biliyorum. Konuyu tam dağıtmaya başlamışken, kendimi yakalıyor ve Budapeşte notlarımı yazmaya devam ediyorum. Buda tarafı daha yüksek bir noktada olan ve Buda Kale Bölgesi, Fisherman’s Bastion tarafı ve güzel dondurmacıların olduğu taraf, Peşte tarafı ise daha düzlük ve biraz daha hareketli bir bölge. Her iki tarafta da keşfedilmesi gereken noktalar var, ama ben iki sefer de Peşte tarafında kaldım ve daha çok vakit geçirdim.
Şehir pek büyük değil , oradan oraya koşuşturmayı gerektirecek çok fazla bölgesi olmadığından bence 2-3 günde rahat rahat gezilir, tozulur. Mutlaka görülmesi gereken, en baba turistik yerleri kısaca yazıcam ama bence sokaklarda yürüyerek, lokallerin gittiği yerlerde takılarak daha derine inmeli, şehri tanımalı seyahatler daha anlamlı. Şehirde en beklenmedik yerlerde çok güzel sokaklar ve binalar var, muhteşem bir mimari hem Avusturya- Macaristan İmparatorluğu dönemi şaşalı- havalı binalar hem biraz Sovyet mimarisi ortaya karışık. Széchenyi Chain Bridge, Buda ve Peşte bölgelerini birbirine bağlayan Zincir Köprü, zaten şehrin en büyük sembolü, içimizden üç kez Budapeşte deyince gözünüzün önünde beliren köprü. Buda Kale Bölgesine füniküler ile ya da yürüyerek çıkabilirsiniz bence vaktiniz varsa ve mevsim koşulları uygunsa yürüyerek çıkmak çok da çılgın bir fikir değil. Fisherman’s Bastion (Balıkçı Tabyası), bence gerçekten de çok güzel bir yapı, beyaz kuleleriyle masallardan fırlamış gibi şehrin bir diğer ucundan bile etkileyici gözüküyor. Fakat çok turistik maalesef, insanlar çirkin yamyam karıncalar gibi her taraftan fışkırıp her şeyi bozdukları gibi görüntüyü de bozuyorlar, sabahtan falan gitmek daha iyi insanlar henüz ortalarda yokken. Macaristan Ulusal Galerisi, Tarih Müzesi, Fisherman’s Bastion, Matthias Church hepsi kale bölgesinde, burası aslında ilan edilmiş bir turist bölgesi. Termal hamamlara gitmeyi çok istedim ama paskalya tatili dönemi olduğundan haftalar öncesinden online rezervasyon kapanmıştı, gidip kapıda sıra bekleyecek gücüm de pek yok gibiydi, demek ki o kadar da istemiyormuşum ki pas geçildi.
Peşte tarafına geçmeden önce, hayatımın ilk gulaşını yediğim yer olan Hunyadi Lakásbisztró, yani yaklaşık 6 sene öncesi olmasını ve burasının pub’ımsı bir minik kafe olmasını göz önünde bulundurursak bu bir öneri değil, bir anıdır, sadece gulaşı gayet iyi hatırlıyorum. Etçil biri katiyen değilim, ama gulaş seviyorum kötü bir gulaş deneyimi hiç yaşamadım. Geçen ay ise Gettó Gulyás ve Drum Cafe‘de gulaş yedim, ikisi de gayet iyiydi ve ikisi de Peştedeydi. Yemek içmek demişken burdan devam edelim o halde, gitmişken denemenin iyi olacağı bir diğer lokal yemek Chicken Paprika, (paprikalı baharatlı tavuk yemeği uçan kaçan çok da ilginç bir şey değil denemeseniz de bir şey kaybetmezsiniz ama ben olsam denerdim ki denedim de, keza gulaş da çok farklı bir şey değil farklı versiyonları olsa da bildiğimiz et sotenin çorba hali). Langos ise bildiğimiz pişi, sade de alabiliyorsunuz ki ben öyle alayım lütfen, üzerine sour cream, çeşitli pizza malzemeleri ile bir sokak yemeği haline getirilen düz babaanne pişisi. Palinka’yı ise denemeseniz de olur bence çok sert bir içki, tadı kolonyamsı ve berbat.
Bu da dahil olmak üzere tüm genellemeler yanlıştır ama sanırım genel olarak en güzel yeme-içme mekanları 7th District’te. Annem bu bölgenin girişinde iki tane dişsiz sarhoş dede gördüğü için hemen önyargıladı ve olumsuz görüş verdi, ama son derece hareketli ve en güzel restoranlar, kafeler burada ve bölge aynı zamanda Jewish Quarter olarak da geçiyor haritalarda. Örneğin, Mazel Tov bence muhakkak önceden rezervasyon yapılarak gidip ambiansa ve yemeklere içkilere bayılmalık bir yer, 5-6 sene öncesine göre popüler olmuş kapıda sıra vardı, insanlar burayı da çirkinleştirecek galiba, buraya yazıyorum. Yeme- içme konusunu kapatmadan önce Great Market Hall (koskocaman bir pazar yeri ve bence gitmeye değer, annişkom buradan tüm arkadaşlarına paprika v.b. hediyeler aldığı için ve her köşesini dolaştığı için biz içeride epey zaman harcadık) ve Espresso Embassy‘den de bahsetmek isterim. Bazilikanın hemmen arka sokağındaki Espresso Embassy’de yaklaşık 6 sene önce hayatımda içtiğim en iyi kahvelerden birini içtiğimi düşünmüştüm, fakat bu sefer aynı kahve 5-6 senede çok daha iyi kahveler içtiğim için aynı hissettirmedi, ya da aynı kahve değildi. St. Stephen’s Basilica (Aziz Stefan Bazilikası) şehrin diğer en önemli yapısı, 1900 lü yıllarda tamamlanmış, kilisenin içinde Aziz Stefan’ın çok da görülesi olmayan mumyalanmış sağ eli bulunuyor. Budapeştenin een büyük kilisesiymiş ve bence kilisenin içi çok güzel, tepeye çıkıp şehre bakmak ek ücrete tabii ama bence çıkmasanız da çok bir şey kaybetmeyebilirsiniz, gerçi şehri bir de tepeden görmek fena fikir değildi. Herkes tarafından bilinen ve anlatılan bir diğer önemli nokta ise Aziz Stefan Bazilikası ile Parlamento binasının aynı yükseklikte olması, ikisi de 96 metreymis. Bu denklem dünyevi ve manevi düşüncenin aynı öneme sahip olduğunu, din ve devletin birbirinden üstün olmadığını simgeliyormuş. Macaristan’ın Parlamento binası benim gördüğüm en etkileyici binalardan her köşesi ve detayı çok etkileyici. Dünyanın 4. en büyük parlamento binasıymış ilk üçe girememiş. Son olarak, Margaret Adası (Margit-sziget), şehrin “Yeşil Akciğeri” olarak anılıyormuş, bence kesinlikle ziyaret edilmeye değer, koskocaman bir şehir parkı, içinde büyük büyük bir yeşil alan, ağaç, çiçek, böcek, kafeler, Orta Çağ kalıntıları, minik bir hayvanat bahçesi mevcut. 31 Mart günü burada 6 adet leyleği çok yakından görmek suretiyle marteniçkamı adadaki ağaca bıraktım. Macaristan bazı bölgelerdeki elektrik tellerini henüz yalıtmadığı için buradaki leylekler yaralıymış ve tedavi/rehabilite ediliyormuş. Parktaki hayvanları hapsetmiyoruz tedavileri süresince buradalar gibi yüreklere su serpen ama pek de ikna edemeyen yazılar vardı, adadaki minik kuş hayvanat bahçesinde.
Bence Budapeste güzel bir şehir, ona hak ettiği değeri verelim. Vakit ayırıp buraya kadar okuduysanız teşekkürler